25 Kasım 2010 Perşembe

Para ile yüzleşmek…

Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar

Kalbimde sevgin oldukça

Zenginlik mal mülk para neye yarar

Yanımda sen olmayınca?

Sezen Aksu

Bir varmış, bir yokmuş. Sene 2010 olmuş. Dünya dönüyor, yıllar geçiyormuş. İnsanlar ‘hayali’ var olmayan ama çok anlam yükledikleri ‘Para’ denilen kâğıtların, hatta tercihen o kâğıtlar yerine üretilen şık ‘kartların’ esiri haline gelmiş. İnsanlar için artık ‘Para’ önemli değil, önemli olan miktarı imiş. Dünyada ekonomistler, sosyal bilimciler, belgeselciler insanlara anlatmaya çalışıyormuş, bu ‘Para’ denilen şeyin pek bir değeli karşılığı olmadığını, artık pek ‘reel’ bir şey olmadığını, sanal bir bombanın altında olunduğunu, vs… ama kimsenin bunları dinleyecek vakti yokmuş. Dünyadaki krizler, yeni bir düzen için yapılan toplantılar sadece dizilerden önce haberlerde çıkan başlıklarmış, haberleri izlemek adettenmiş. İnsanların bu safsatalara kafa yoracak hali yokmuş. Çünkü ‘reel’ gerçekler varmış.

Çünkü ‘Para’ çok iyi bir terbiye aracıymış. Belki hava bedava, bulut bedava, dere tepe bedavaymış ama peynir pahallıymış. Bu hayatın tek gerçeğiymiş. Parayı kim kaybetmiş de Lidyalılar bulmuş? Bundan yaklaşık 3000 yıl önce Lidyalılar, bizim topraklarda, Batı Anadolu’da milattan önce yaşamış ve insanlık tarihinin en sıkı icadı olan ‘Para’yı icat etmişler. Ve Lidyalılardan bu yana, gelmiş geçmiş herkesi hayatında var olmuş bu gerçek, kendisi olsa da, olmasa da…

Çünkü evet ‘para’ önemli bir bilgiymiş. Fatura nedir? Nasıl ödenir? Taksit nedir? Kira nedir? Sigorta nedir? Aç kalmak nedir? Varsa biraz gururun ve onurun onu kaybetmek nedir? Soğukta yürümek nedir? hesabı ödeyememek, kredi kartının yetersiz olduğunu görmek nedir? Bunları bir defa bilmek lazımmış. Adam olmanın yollarından biriymiş bu, eyvallah…

Bir de para nasıl kazanılır? Para kazanırken neler kaybedilir? Ağlamayan çocuğa emzik verilmeyen bir kültürde çatır çatır kapıları çalıp para kazanmak için nasıl dil dökülür ve aynı zamanda ‘asalet’ nasıl korunur? Bilmek lazımmış. Çünkü bu topraklarda insanlar ‘asil’miş. Edebimiz, adabımız bu yöndeymiş. Bilen, bilmeyen, farkında olan olmayan, unutan, herkese hatırlatmak lazımmış.

Atatürk: ‘ekonomik bağımsızlık olmadan, tam bağımsızlık olmaz’ demiş. Öyle ki dünyada devletlerarası ilişkiler ve hatta insanlar arası ilişkiler bu gerçeğe dayalıymış. Paran varsa değerli, paran varsa ‘adam’mışsın. Parası olan, parası olmayanı ezermiş. ‘Bana kaç milyon doların var söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim, bana kaç evin, kaç katın, kaç araban var söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’ denir olmuş. Ama unuturlarmış, bu toprakların adabında şu üç şey hakkında dudağı kıpırdatmamak lazımmış: gittiğin yol, paran, bir de mezhebin. Bir de şunu unuturmuşlar ki, ‘ezmek güçsüzlere mahsusdur.’ İnsanlığımızı, değerlerimizi, adabımızı, muhabbetimizi, saygımızı ve sağlımızı kaybettikten sonra bankadaki ‘paramız’, tapularımız, ne işe yararmış? Esas karşılığı olan değerlerin yerine, karşılığı olup olmadığı belli olmayan ‘Para’ denilen kağıtların, senetlerin büyüsüne kapılmak bir çılgınlık olmalıymış. Paranın satın alamayacağı şeyler varmış ama o şeyleri isteyen yokmuş, geri kalan her şey için master card lar varmış. Bana hangi kartı kullandığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim? Master, Visa, Amex? Siyah Amex’in yoksa adam şöyle kenarda dur bakalım denirmiş. Aslında derlermiş ki ‘zengin yer sütlaç, fakir yer bulamaç, ertesi sabah ikisi de aç.’ Çatlasak da yiyeceğimiz bir kap yemekmiş, adam olabiliyorsak, afiyetle yiyebiliyorsak..’

Sir Richard Francis Burton adlı bir düşünürün bir lafı varmış: ‘Parasızlık geçici bir durumdur, fakirlik bir zihin halidir. (Broke is a temporary condition, poor is a state of mind). Gönlümüz zengin oldukça, rızık bizden uzak olmayacakmış. Ve yeni yıl inadına çok güzel olacakmış. Hoş geldin umut, hoş geldin neşe, yeni yıl yeni yıl yeni yıl güzel olacak. merhaba neşe, güle güle keder, yeni yıl yeni yıl yeni yıl güzel. (Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat filminden) Duyanlar duymayanlara söylesin, herkes duysun. Unutanlar hatırlasın…

Mevlana’nın dediği gibi:

Biz zengin değiliz…

Zenginliğin kendisiyiz

24 Kasım 2010 Çarşamba

İzmir’in kızları

Bir varmış, bir yokmuş ortada bir İzmir’in kızları efsanesi döner dururmuş. İnsanlar maddeler halinde açıklamaya çalışmış İzmir’in kızlarının özelliklerini, örneğin demişler ki:

1) İzmirli bir kız; hastalıktan ölse bile kuafördeki randevusuna geç kalmaz.
2) İzmirli bir kız; içince sapıtmaz. Zira sapıtması için içmesine gerek yoktur.
3) İzmirli bir kız; kumruyu sadece bir cins kuş sananlara, her kuşun etinin
yenmeyeceğini çok güzel öğretir.

(böyle 40 maddelik bir ferman hazırlamışlar, eklemek istediğiniz maddeler olursa lütfen e-posta adresime yollayın) Ama insanlar aydınlanmamış, hala nedir bu işin sırrı diye merak edip durmaktaymışlar. Yine Sezen Aksu imdada yetişmiş olayı aydınlatıcı dizeler döktürmüş. Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar davetkar çalamaz demiş mesela. Dişiliklerini, analıklarını, efeliklerini anlatmış. Savaşta da aşkta da nasıl esaslı bir duruş taşıdıklarını, kordon boyunu, körfezi, yakamozu, meltemi, balkonlarda açan yaseminleri anlatmış.

Baba sen de ne biçim takardın
Kısa eteklerime benim
Merdiven altında
Dizimden belime kıvırıverirdim

Baba sen anasına bakıp da
Kızını almayacaktın
Küfürlerine anneannemin
Öyle gülmeyecektin

Kitabında korku olmayan, delikanlı makamında harmandalı oynayan, yeri gelince efelenen, 80 yaşında da olsa asmalarda üzüm, yosmalarda gözüm biraz daha büyürse çapkınlıkta gözü olan, ama insan ayırmayan, Anadolu’nun en batısı, Avrupa’nın en doğusunda yaşayan…

Çok söze gerek yok.

İzmir’in kızları çırasını yakar adamın.