NEDEN KÜLTÜREL MİRAS?- 1
İnsan,
yeryüzü sahnesinde ürettiği ‘kültür’ ile var olan bir türdür. Doğumu, yaşamı,
ölümü, yemesi, içmesi, yaşamına dair bütün uygulamaları, üzerinde yaşadığı
dünyayı ve evreni kavraması ve açıklaması ürettiği somut ve somut olmayan
kültürel yaratmalar ve kodlar aracılığı ile hayat bulur. İnsan, dünya
coğrafyasındaki konumuna ve dağılımına göre farklı kültürel evrenler, çeşitli
kültürler oluşturmuştur ve her kültür başlangıçtan bu yana günümüze ulaşmış,
günümüzde de üretilmeye devam etmektedir. İnsanlığın tarihsel tecrübesi,
günümüzü aydınlatacak pek çok sır bu kültürel mirasın içinde gizlidir ve hassas
bir şekilde korunarak anlaşılarak yaşatılmalıdır.
Bozkurt
Güvenç, Türk Kimliği adlı kitabının başında
antropolojinin ‘öteki’ni anlama çabası olduğunu fakat bir diğer mühim çabanın
‘kendini’ anlamak ve bilmek olduğunu ifade eder. Hindistanlı bir antropolog Sirinivias’tan
şöyle bir alıntı yapar:
‘Her
insan en az bir kere doğar. Onlardan küçük bir bölümü yabancı toplum veya
kültürleri tanıyıp tanıtarak ikinci kez doğar, bizim gibi insanbilimci olur.
Ama bizlerden çok azı, bununla da yetinmeyip, kazandığı gözlem gücü ve
deneyimle kendi toplumunu incelemeye girişir ve üçüncü kez doğar. Sizleri, son
adımı da atıp üçüncü kez doğmaya çağırıyorum.’ (Güvenç, 1996)[1]
Kendini
bilmek, bu bağlamda kendi öz kültürünün gizlerinin farkında olmak sadece sosyal
bilimciler için değil, şüphesiz herkes için geçerli bir gereksinimdir. Zira
kişinin kendisine giden en ‘yakın’ yollardan biri kendi kültürü üzerinden
olacaktır. Bu noktada ‘kültürel miras’ denilen büyülü bir derya devreye girer.
‘Kültür’ün sayısız tanımı vardır. ‘Kültür’ü anlamanın bir yolu kültür
arkeolojisi yapmak, kültürel mirası bilmek, tanımak, tanıtmak ve yaşamak ile
mümkün olacaktır. Bu da halk bilgisini derinden kavramak, incelemek ve araştırmakla
mümkün olup halk bilimcilerin disiplinler arası işbirliği ile yapacakları yoğun
çalışmalar ile mümkündür.
Halk
bilgisi(folklor), Metin Ekici’nin ifade ettiği gibi beşikteki bebeğe söylenen
bir ninni, aşkı, tutkuyu, kederi ve coşkuyu dile getiren bir türkü, Keloğlan’ı
Peri Kızıyla mutluluğa eriştiren, Kaf Dağı’nın ardında yaşananları anlatan bir
masal, bir düğün, her ilmeği sırlarla dolu bir resmi bütünleyen bir halı veya
kilimdir.[2] Folklor,
‘kültür
arkeolojisinin kendine özgü üniversite içi bilimsel alanının yanında, arkaik
veya yakın zamanlarda, kırsalda veya kentselde, yazısala veya sözelde oluşmuş
birliğin yani ortak belleğin ‘dışa
vurumu’’ olarak tanımlanabilir. [3]
‘Ortak
belleğe’ sahip olmak nedir peki? Ortak belleğe sahip olmak belki, ‘biz kimiz’ sorusuna,
bir ‘Türk filmi izlerken gözleri yaşaran insanlarız’, Adile Naşit ve Münir
Özkul’un çocukları, İnek Şaban’ın, Damat Ferit’in sınıf arkadaşları, çılgın
pilot Vecihi’nin yeğenleriyiz diyebilmektir.
Hastalanınca ‘nane, limon kabuğu,
bir tutam zencefil’ kaynatıp içer, Zümrüdü Anka masallarıyla büyürüz
diyebilmektir belki de.
Ancak
günümüz popüler kültüründe ve kültür endüstrisinde, Muharrem Ergin’in, ‘Türk çocuklarının ruh ve kafa yapısını tek
başına sağlam tutacak kudrette ve karakterde bir eserdir’ (Ergin, 1969) [4]
dediği Dede Korkut Kitabı’ndaki Banu Çiçek karakteri Pamuk Prenses kadar yaygın
değildir. Dünyanın ortak belleğinde yer alan, Grimm masallarından olan ve çok
sevilen, ormanda beyaz atlı bir prens tarafından kurtarılan Pamuk Prenses
bilinirken, değil beyaz atlı bir prens tarafından kurtarılmak, kendisi kadar
iyi ata binebilen bir eşi kendine seçen Banu Çiçek genç kitleler tarafından
bilinmemektedir. Ve modern toplum hayatında ‘rol model’ arayışında olan genç
kuşakların popüler kültüründe bir rol model olarak var olmamaktadır.
Bu
kültürel bellek yoksunluğu tüm dünyada, tüm kültürlerin az çok yaşadığı bir
olgudur. Günümüzün hızla gelişen teknolojisi, yerleşen hızlı tüketim
alışkanlığı, değişen yaşam biçimleri, kentleşme ve kentsel dönüşüm, medya ve
popüler kültür, küreselleşme tüm dünyada yerel kültürleri ve gelenekleri,
masalları koruyamama ve dolayısıyla gelecek kuşaklara aktaramama endişesi oluşturmaktadır.
Ve pek çok kültür, kendi kültürel miraslarının yok olmasından, gelecek
kuşaklara aktarılamamasından endişe duymaktadır. Türk kültürü de doğal olarak
bu rüzgârdan nasibini almış ve almaktadır.
Ancak
genç kuşakları kendi öz kültürlerini bilmemek, tanımamak, yaşamamak, dillerini doğru kullanmamak, geleneklerini
unutmak ve yabancı kültürlerin tesiri altında kalmakla suçlamak ve eleştirmek
yapıcı bir çaba olmayacaktır. Bu tip bir eleştirel yaklaşım yerine genç
kuşakların kültürel mirası yaşayacakları ortamları yaratmaya yönelik çabalar
çok daha verimli sonuçlar doğuracaktır. ‘Kültür endüstrisi’ olarak adlandırılan
çağın önemli bir sektörü ve ‘bacasız sanayi’ olarak adlandırılan turizm sektörü
‘bu kültürel mirasın ‘kültür mimar ve
mühendisleri’ tarafından oluşturulursa’ (Oğuz, 2009:78) yani halkbilimciler
ve ilgili sosyal bilimciler tarafından inşa edilirse, kültürel mirasın
yaşatılması için zemin oluşturulmuş, bu zeminde engin kültürel miras aktarılmış
ve bu alanda bir devinim sağlanmış olacaktır. Bu çabalar, işsizlik garantili görülen ve bu yüzden tercih
edilmeyen halkbilimi, sanat tarihi, antropoloji, Türkoloji gibi bölümlere olan
cazibeyi arttıracağı gibi genişleyen sektör hacminden dolayı pek çok farklı
alanda da ciddi bir istihdam oluşturabilecek, bunun yanında da ülke ekonomisine
ciddi katkılar sağlayabilecektir. Fakat daha da önemlisi kendi kültürel
kimliğinin farkında ve bununla gurur duyan bir genç başı sıkıştığında ya da
dara düştüğünde bir şiirde, bir mısrada, bir türküde, bir atasözünde ya da bir masalda
derdine derman aramayı ve bulmayı bilecektir.
[1]
GÜVENÇ,
Bozkurt Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, 1996
[2]
EKİCİ
Metin, Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Geleneksel
Yayınları, 2011
[3] OĞUZ, ÖCAL,
Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir?, Geleneksel Yayınevi, 2009
[4] ERGİN,
Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, 1969