6 Nisan 2012 Cuma

f. çağnur şarman: “Bir tatlı huzur pişirdim, biraz alır mısınız?”

f. çağnur şarman: “Bir tatlı huzur pişirdim, biraz alır mısınız?”: ‘Sırlı bir dünya’                               MUTFAK Bir varmış, bir yokmuş, ‘dünya’ adlı bir gezegen varmış. Bu gezegende çiçekler ...

5 Nisan 2012 Perşembe

f. çağnur şarman: “Bir tatlı huzur pişirdim, biraz alır mısınız?”

f. çağnur şarman: “Bir tatlı huzur pişirdim, biraz alır mısınız?”: ‘Sırlı bir dünya’                               MUTFAK Bir varmış, bir yokmuş, ‘dünya’ adlı bir gezegen varmış. Bu gezegende çiçekler ...

3 Nisan 2012 Salı

“Bir tatlı huzur pişirdim, biraz alır mısınız?”

‘Sırlı bir dünya’
                           MUTFAK
Bir varmış, bir yokmuş, ‘dünya’ adlı bir gezegen varmış. Bu gezegende çiçekler susuz yaşayamaz, aslanlar, kaplanlar avlanır, büyük balık, küçük balığı yermiş. İnsan yemek yiyerek yaşamını sürdürebilir bir şekilde tasarlanmış. Bu kıran kırana çekişmeli oyunun içinde insan yeme içme mecburiyetini büyüler, törenler ve şölenler yaratarak, dünya ile farklı ilişkiler kurarak geliştirmiş.
Farklı coğrafyalarda toprağın, havanın, suyun gösterdiği değişkenlik, yenilen içilenlere ve yeme içme biçimlerine yansımış. Dünyanın tek tip ve artık çok hızlı dönen küresel bir köy olması, her yerde patates, hamburger, kola menülerinin yaygınlaşması insanların hayatını kolalaştırmak vaadi ile “tat” duygusunu almış ellerinden. Anneannelerin sevgi ile pişirdikleri, ellerinden akıttıkları güzel enerjili kurabiyeler yerlerini ayakta ve koşarak yenebilecek şekilde tasarlanmış hazır gıdalara bırakmış.
    Yemekleri pişirenlerin ellerinden sevgi enerjisi geçmeden, o yemekler amaçsız telaşlar içinde, müziksiz, sohbetsiz, neşesiz paylaşılmadan yenilir olmuş. Bu mu bereketi azaltırmış, bereket azaldığı için mi artık tadı, neşesi kaçmış yemeklerin, dostlukların, sohbetlerin, paylaşımların?
Yok, böyle olamazmış, evren bolluk ve bereketi bize sunmaya niyetliymiş. Yeter ki yaşamı kutlayalım ve onu kutsayalım. Bir bardak su içerken bile bunu bir şölene çevirelim. Doğa, Neşe, Bolluk ve Bereket Tanrısı Dionysos’un topraklarında, bolluğu, bereketi, doğayı kutlayalım.
Kutuplarda yaşayan Eskimolarda da değişik yeme içme adetleri varmış, Afrika’daki  değişik kabilelerde de, Ekvator yerlilerinde de. Yemek pişirmek, misafir ağırlamak, değişik kültürlerde biçim biçim imiş. Yani her yiğidin bir yoğurt yiyişi varmış. İstanbul’da, Büyükada’da çocukluğunu geçirmiş, İstanbullu Angela Günberk, İstanbullu Rumların örf, adet ve geleneklerini anlattığı “Bir de benden dinleyin” adlı bir kitap yazmış mesela. İstanbullu Rumların yeme içme adetlerinden söz etmiş gelecek kuşaklara aktarılsın, unutulmasın diye. Neşeli, müzikli, sohbetli ve lezzetli mezeli yemeklerden bahsedermiş. Yemeği yemek yapan sevgiyle neşeyle paylaşmakmış biraz da.
Eskiden meyhaneciler varmış,  Kör Niko, Despina, Agop gibi. Meyhaneye akşam ezanı ile gidilir yatsıdan önce adabıyla eve varılırmış. Meyhaneciler mahallelerin psikiyatristleriymiş, sırdaşlarıymış bir ölçüde. “Gönül ne mey ister ne meyhane, gönül sohbet ister her şey bahane” denirmiş. Bu bir fincan Türk kahvesi için de geçerliymiş. Kahve içerken muhabbetin tadına varamayan, kahvenin de tadına varamazmış, işte o zaman da o kahve yaramazmış.       
Lezzet ve muhabbet sadece yeme içmenin değil hayatın da altın kuralıymış. Lezzetli yemekler mutfakta, güzel insanlar bu hayatta pişermiş. Mevlana bile felsefesini hamdım, piştim, yandım diye özetlemiş. Çayı, pilavı nasıl demlemek gerekiyorsa lezzetli olması için, insanların da demlenmeye ihtiyacı varmış. Nohut, fasulye, buğday nasıl bir gece önceden ıslatılıyorsa pişirmeden, insanlar da pek çok sulara girermiş pişmeden ve bazen “önceden ısıtılmış fırınlar” gerekirmiş pişmek için. Bütün bunlar mutfakta olurmuş. “Bir tutam baharat” bazen anlatırmış her şeyi, acı biber, kara biber bir tarafta şeker, tatlı biber bir taraftaymış ama bir de tarçın varmış, hem acı hem tatlı olan, acıyı tatlı, tatlıyı acı yapan, dengeleri kuran. Çörekotunun bir tek ölüme çaresi yokmuş, sirke mikropları da kötü enerjileri de kovarmış.
“Mutfak” aslında büyülü bir dünyaymış. Oradan saçılan sevgiyle pişmiş ve paylaşılmış her şey şifalı ve kudretliymiş. Ama artık mutfaklar boş, evler müziksiz, neşesiz insanlar sohbetsiz kalmış. Mutfaklar küsmüş, bereket azalmış. Gökten üç elma düşmüş, biri mutfakta sevgiyle pişen lezzetli büyüler, biri insanları neşelendiren müzik, diğeri de onlara eşlik edecek muhabbet için…

 

31 Ocak 2012 Salı

f. çağnur şarman: 'Ey hayat! ben Çeşme'ye gidiyorum, beni takip et'!!...

f. çağnur şarman: 'ey hayat ben Çeşme'ye gidiyorum, beni takip et'!!...: EGE’DE YEREL POTANSYELİ DEĞERLENDİRMEK MÜMKÜN MÜ? İLLA BÜYÜK ŞEHRE Mİ KAÇMAK LAZIM? İyi eğitim görmüş, görmüş geçirmiş insanlar i...

'ey hayat ben Çeşme'ye gidiyorum, beni takip et'!!!


EGE’DE YEREL POTANSYELİ DEĞERLENDİRMEK MÜMKÜN MÜ?
İLLA BÜYÜK ŞEHRE Mİ KAÇMAK LAZIM?


İyi eğitim görmüş, görmüş geçirmiş insanlar illa ‘modern zamanlar’ da, ‘modern şehirler’ de mi yaşamak zorundadır? İş imkânları, kültür, sanat, yani hayat oralarda mıdır? İstanbul için de bu geçerlidir. Hayat sadece Taksim, Cihangir, Şişli, Gayrettepe etrafında mıdır? Büyükada’da oturulamaz mı? Nerededir bu hayat? Nedir bu hayat? Modern olmayan yerlerde neden yoktur bu hayat? Doğduğun yer değil, doyduğun yerde midir hayat? Hayat doymaktır o zaman evet, belki de… Ya da doyduğunu zannetmek…


Ege’de bir köy olan, Bademler Köyü’nde, köylüler tarhana yaptıktan sonra tiyatro provalarına gidiyor, köylerindeki tiyatrolarında oyunlar sergiliyorlar çevre köy ve kasabalılara, hatta şehirdekilere…   Mordoğan’da yaşayan bir kaptan balık tutma faaliyetleri, şenlikleri düzenliyor…Ya da İstanbullu, çok değerli, sanatçı bir aile İstanbul’u bırakıp, Bodrum’a bir kasabaya yerleşip, Bodrum Filarmoni Projesi’ni geliştirebiliyor… 

Fazla nitelikli olmak, ya da olmamak…

Bir işe sadece bilgisayar bilmesi yeterli biri aranıyorsa, bilgisayar bilmeyen bir kişi bile alınıp eğitilebilir, fakat sadece bilgisayar bilmesi gereken bir iş konumuna bilgisayar, İngilizce, Fransızca, almanca, teknik resim, muhasebe programları, grafik ve çizim programları, iyi beste yapıyor olabilme özellikleri olan biri alınmaz. Hani denir ya ‘eksiği yok, fazlası var.’ Bu fazla özelliklere sahip (over-qualified) olmak her zaman az yetenekli olmaktan daha zordur. Fazla özellikli,  fazla nitelikli insan, iş gücü, beyin gücü ya da potansiyeli de illa ‘şehir’ de yaşamalı, fazla nitelikli olmanın bedelini mi ödemelidir? Eğer bu bir bedel ödemek ise?

İyi eğitim görmüş, nitelikli insan ve iş gücü kendisini küçük ölçekli bir şehirde, kasabada, ya da köyde gerçekleştiremez mi?  Göç, ya da büyük ve gelişmiş modern bir şehir’de yaşamak mecburi mi?

Yerellikten küreselliğe biraz da bu olsa gerek… İzmir’de, Ege’de yaşayan bir genç kendisini uluslararası standartlarda, olanaklarda, bakış açısında ve kalitede hissedip, burada üretken olabilir mi? Ya da sadece var olabilir mi?

Ege’de ‘kültür endüstrisi’ (Adorno ve Horkheimer’ın ortaya attığı ‘kültür endüstrisi’ kavramından farklı olarak) acaba bir istihdam alanı olabilir mi? Yoksa bu sadece bir rüya mı?
‘Gerçek, düş artı zamandır’ dersek, belki rüya ise de gerçekleşebilir… Biz de köyümüzde var olabilir, karnımızı doyurabiliriz… Kim bilir? 

18 Ocak 2012 Çarşamba

KÜLTÜREL MİRAS ETKİNLİKLERİ


‘DİONYSOS ŞENLİKLERİ’
KÜLTÜREL MİRAS ETKİNLİKLERİ
İzmir, yıl 2022…

B
ir varmış bir yokmuş, evvel zaman  içinde kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, zaman zaman içine girmiş,  yıl 2022 olmuş.

Ege'nin incisi güzel İzmir,  dünya çapında kültürel butik etkinliklerin, kültürel miras turizminin, doğal yaşam kalitesini arayanların dünyadaki başkenti olmuş. İzmir’de yıllarca uğruna emek verilen ‘yenilik’ ve ‘kalkınma’ çalışmaları yerini bulmuş.

Vaktiyle oluşmuş ve hala oluşan yeni ve yaratıcı fikirler ticari yarara dönüşüyor İzmir’i, çevresini hatta tüm Egeyi maddi manevi refaha kavuşturmuş. Kamu kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör, sivil toplum kuruluşları iletişim ve işbirliği içinde imiş.      
Artık İzmir tıpkı antik dönemde ve tarihsel süreçlerinde olduğu gibi dünya çapında bir ışıl ışıl bir liman kenti olmuş. Akdeniz ve dünya ticaretinin önemli bir kilit noktası, şarap ve zeytinyağı gibi bölgeden gelen çeşitli ürünlerin ihracatını yapan, sanayisi özel ve örnek  şekilde gelişmiş, ekonomik refah içinde yaşayan bir kültür ve sanat kenti olmuştur.
Artık burada doğan gençler beyin göçü yapmıyor, iş bulmak için İstanbul’a ya da yurt dışına gitmiyor, şehir dışı tüm seyahatleri sadece kendilerini geliştirmek için oluyormuş.

Artık İzmir kültür sanat fabrikalarının çoğaldığı, kültür endüstrisinin Türkiye’deki ve dünyadaki butik bir pilot merkezi haline gelmiştir. Kültürel butik etkinlikler, kültürel miras etkinlikleri ve kültür turizmi, doğa, sağlık ve eko turizm kadar gelişmiş Ege turistlerle ve bu bacasız sanayinin getirdiği refahla ülke ekonomisine fazlasıyla katkıda bulunur olmuş.

Örneğin, Kültürel Miras Etkinlikleri, ‘Dionysos Şenlikleri’ örneği yapılır olmuş her yıl. Eskiden olduğu gibi geleneksel, eskiden olduğu gibi özel olurmuş. İnsanlar Çin’den, İspanya’dan, Yeni Zelanda’dan sadece bu butik etkinliğe katılmak için gelir, gelmişken gezer, dönerlermiş ülkelerine.

Çünkü herkes, başta üniversiteler, tiyatrocular, güzel sanatlar fakülteleri, müzisyenler, dansçılar, kostümcüler, aksesuar tasarımcıları, şairler, yazarlar, gösteri sanatları ustaları, şarapçılar, doğa dernekleri, doğaseverler, STK’lar, çorbada kimin tuzu olabilirse bir araya gelmiş, eskiden olduğu gibi ‘Dionysos sanatçıları’ ruhu ile birleşmiş ve birlikte ortaya tılsımlı şölenler düzenler olmuşlar.  
Aksesuarlar için uhu satan bakkal da kazanmış, koreograflar, dansçılar da, kostüm tasarımcıları da, ev kadınları da, çiftçiler de, çobanlar da, sosyal bilimciler de, turizmciler de, halıcılar da, dericiler de, masörler de, kendisini var ederek çalışma fırsatı bulan işsiz insanlar da, bölge de, ülke de…
İzmir yaşaması çok heyecanlı, rüzgârı ürperten ve güzelliğin büyüsünü tüttüren mutlu bir şehirmiş.



11 Ocak 2012 Çarşamba

UYUYAN GÜZEL İZMİR

UYUYAN GÜZEL İZMİR

İzmir bir prensestir
çok güzel küçük
şapkasıyla.
Mutlu ilkbaharlar durmaksızın
onun ça
ğrısına yanıt verir.
Nasıl vazo içindeki çiçekler gülümserse,
o da denizler arasından ı
şıldar.
Hatta Ar
şipel'in yaratılışından çok daha tutkulu.

Victor Hugo

Bir varmış bir yokmuş antik dönemden bu yana İzmir çok renklere bereketlere seslere ev sahipliği yapmış.

‘Her şey her şeyin içindedir’ diyen Klozomenai (Urla-İskele) lı Anaxagoras gibi çok renkli felsefecilerin yaşadığı dünyanın ilk zeytinyağı işliğinde üretilen zeytinyağı doğal limandan dünyaya yayılırken, komşu ion lenti Teos’ta antik mermer ocağından çıkan mermerler Roma’ya gönderilip oradaki şehri inşaa edermiş. Teos antik limanı aynı zamanda antik dünyanın Dionysos sanatçılarının da yurdu olmuş, tüm şehirlerden sanatçılar, müzisyenler, tiyatrocular, dansçılar, şairler, sporcular Teos sanatçılar kentinde özgürce yaşar, çalışır, şölenler düzenlermiş. Teos’lı Anakreon yaşamın geçiciliğini, hazzın önemini ve güzelliklere odaklanmanın önemini şiirlerinde işlemiş.

Bornova yakınlarında yaşadığı düşünülen Homeros’un İlyada ve Odisea destanlarından bugüne İzmir tılsımlı bir şekilde bu renkli havasını toprağına sindirmiş.

1800 lü yıllarda İzmir bu renkli yapısıyla İskenderiye, Beyrut gibi Akdeniz'in Levant kentleri arasında öne çıkan, Osmanlı'da ilk opereti oynandığı, ilk gazetenin yayınlandığı, sinemanın ilk kez geldiği, ilk futbol takımlardan birinin kurulduğu dönemin yine kozmopolit bir kentmiş. Antik dönemde olduğu gibi limanıyla evrensel cazibe merkezi olan bir kent olan İzmir döneminin buğulu büyüsü olmuş.


Farklı dinlerden, farklı milliyetlerden, farklı kültürlerden insanlar, hoşgörü ve barış ortamında, birbirlerini zenginleştirerek yaşıyorlarmış. Türkler, Levantenler, Rumlar ve Musevilerden oluşan halk beraberce çok kültürlülüğü taçlandırmış.

Göçler de almış İzmir, Yugoslavya’dan, İspanya’dan, Buhara’dan, Bosna’dan, Bulgaristan’dan, Selanik’ten, Girit’ten ve pek çok yerden, İzmir daha bir İzmir olmuş, İzmir daha da güzel olmuş.

İzmir, güzel İzmir: batının en doğusu, doğunun en batısı, güzeller güzeli seni anlatmaya devam edeceğiz, seni sevmeye devam ediyoruz çünkü.